Ve evet, tabi ki kadın onlar.
Ben mecburen ayağa kalktım, önündeki çayı alıp üzerine bocaladım. 2 tane de tokat atıp, dehşet içinde bizi izleyen arkadaşının suratına baktım. Gözlerimdeki nefreti görünce çığlık atarak kaçtı. Arkasından koşup saçından tuttuğum gibi çay satılan büfenin tezgahına vurdum. Tezgah, "tavşan kanı" gibi olmuştu. Şeker kavanozunu kapıp yerime döndüm, diğerinin ağzına şekerliği vura vura tüm dişlerini kırdım. Dişler önündeki masada kan içinde yüzüyordu. Tıpkı pencereden gördüğüm deniz ve üzerindeki sandallar gibi. Kadın ne var ki hala çığlık atıyordu, korku ve acıdan bayılmak üzereydi. Mecburen çantamdan 0.7 uçlu kalemimi çıkardım, boğazına soktum çıkardım, soktum çıkardım... Ses telleri ve damarları boynundan göğsüne doğru sarkıyordu. Ama başarmıştım, artık sesi çıkmıyordu. Gel gör ki, diğeri tezgahta, onu bıraktığım yerde yardım edin diye çığlık atıyor, etraftaki insanlar kaçışıp duruyordu. Yanına gittim. Fokurdayan, dumanı üzerinde güzelim çaydanlığı alıp kafasına boca ettim. Haşlanmış suratından deriler dökülüyordu, ha, iğrenç makyajı da bozulmuştu tabi. Yüzülmüş suratına ayağımla bir tekme attım. Şimdi yumruk atsam elime pis derileri gelecekti. Yere yığıldı, artık nihayet sesi çıkmıyordu, sanırım bayılmıştı. Ama güzelim çizmelerim tezgahtan akmış kan ve kaynar suyla kirlenmişti. Üzerine biraz sildim, nispeten geçti. O sırada televizyonda bir adam sivil faşizm iddiası başlığı altında bir şeyler konuşuyordu. Bunca anlamsız gürültü içinde, yine en gerekli şeyin, televizyonun sesini kısmışlardı. Şimdi de bunun sorumlusunu bulmam gerekecekti.
Aranıp söverken uyandım.
Kadınlar hala espas vermeden konuşuyorlardı. Bir onlara, bir tezgaha, bir çaya, bir televizyona, bir dışarıya baktım. Gözlerimi kapatıp, parmaklarımı çapraz bağladım, şansım yaver gider de, gördüğüm rüya belki devam eder diye...

0 yorum: